Sorunlarımdan Nasıl Kurtulurum? – “There is No Spoon”

İki kişi, rüzgârın esintisinde salınan bir bayrağı izlerken, bu basit ama derin manzara karşısında fikir ayrılığına düşerler. Biri “Aslında rüzgâr hareket ediyor” der. Diğeriyse itiraz eder “Hayır rüzgâr değil, bayrak hareket ediyor”. Bu tartışmaya kulak misafiri olan Bilge onlara doğru yürüyüp şöyle der:

“Ne bayrak, ne de rüzgâr hareket ediyor; gerçekte hareket eden, yalnızca zihinlerinizdir!”

İnsan, doğası gereği ben-merkezci bir karaktere sahiptir. Bu egosantrik tavır, insanın evrimsel olarak sahip olduğu bir hayatta kalma mekanizması için gerekli olabilir. Hayata dair alacağımız kararlarda ve eylemlerde ilk odağı kendimizde tutmak, yaşamı sürdürmemizi veya dışa odaklı değil içe odaklı yaşamamızı sağlayacak doğal bir özellik sağlar diyebiliriz. Ama bu durum, bununla sınırlı kalmıyor. Ben-merkezcilik bir karakter özelliği olmaktan ve hayata fayda sağlamaktan çıkıp, insanda kendine-saplantıya neden olduğu ve bir kusura dönüştüğü yere ulaşıyor. Ve böylece gerçeklikle sahici bir bağ kurmamıza engel oluyor.

Okumaya devam et “Sorunlarımdan Nasıl Kurtulurum? – “There is No Spoon””

insan vicdanını nasıl yitirir?

hani kripto-borsa üzerinden sizi zengin edeceğini iddia edip zar zor biriktirdiğiniz birkaç bin lira parayı almak isteyen ve size çok daha fazlasını vaat eden dolandırıcılar vardır ya. din de, buna benzer bir şekilde, insanın sahip olduğu en değerli şeyi, hayatı elinden çalan bir hırsızdır. hem de “öteki dünya”da “sonsuz bir hayat” vaadiyle. peki din bunu nasıl yapıyor?

Okumaya devam et “insan vicdanını nasıl yitirir?”

Hiçin Gürültüsü

Hiçin Gürültüsü
03.01.24 – 05:37

susmazken kafamın içi
hangi kaba sığdırabilirim
akıntısı durmayan düşüncelerimi

bi kuş cıvıltısı, bi horoz hırıltısı, bi yağmur hışırtısı
ya da bi melodinin dinginliği bile sakinlemezken zihnimi
hangi deftere sığdırabilirim, kaç kelime yeter

hiçbi şey yapmak zorunda değilim
hiçbi yere gitmek zorunda değilim, hiçbi yerden de dönmüyorum
peki kafamın içindeki bu telaş neyin emâresi

boşalan hiçbi kadehle zihnimin sustuğunu hatırlamam
yahut dolan hiçbi küllükle ruhumun sakinlediğini
ne zaman sükûnetle bağdaş kurarım kafamın içinde, bilmiyorum
şehrin kasou mu beni bu hale getirdi
yoksa ben miyim kaosun ta kendisi, bilmiyorum

bu hayat denen gaileyi bazen keyifle, bazen yersiz bi hüzünle
ve çok nadir de olsa, kimi zaman, huzurla yaşadım
lâkin
bu yaşıma dek hiçbi düşüncem içime sinmedi
hiçbi eylemim, başarım, hikâyem…

şimdi bu şiirin kelimelerini kaydederken deftere
“yok bu da olmadı” diyorum kendime yine
sessizliğin tınısını kaçıran bir telaşla
hırsla, hışımla koşuyorum

karanlığa doğru aydınlığı arıyorum

bilmiyorum

başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz, havası ayrı hava
– can yücel

geri döndürmek istiyorum akrebi yelkovanı
başka türlü yaşamak var içimde
başka türlü ölmek başka türlü dirilmek
çıkmak makus döngülerin serencamından
bir başka türlüsü de mümkün diye haykırmak kendimden içime
durdurmak yılgınlıkları ayrılmak sızılardan
kendime kendimce bir yol açmak
kimsenin girmediği yollardan bisikletimle geçmek
veya kimsenin koşmaya gerek görmediği o tepeye tırmanmak

Okumaya devam et “bilmiyorum”

bugün tarihli günlük envanter

ölüm ölmek değildir her zaman
öldüm der durursun sadece
gözlerin açık sadrın geniş nefesin dar
yük gelse de her adım, yürüyerek
zaman tanıyarak, belki, zamanın kendine
ama nedense bi türlü söz
_____________geçiremeyerek
____________________kendine…

öldüm dersin, öldüm
gözlerin açık sadrın geniş ama
________________daracık bir
_____________________nefesle
yine yürürsün
pek okunmamış bir şiir kitabının
________________arkasına düşülen
____________________önemsiz bir nota dönüşür,
yürürsün

cenneti aramak – ya da bir rüya için ağıt

“be sure to wear some flowers in your hair”
or in your head?

’67 yazını unutmak mümkün mü?

en azından benim için değil, bunu biliyorum. san francisco‘da cenneti inşa ediyorduk. ya da en azından öyle olmasını ummuştuk. kibar insanların birbirlerine çiçekler uzattığı ve sevgiden, sadece sevgiden bahsettiği, gülüşlerle ve hayallerle dolu zamanlar. nasıl oldu da bu, iğnelerle ve cankilerle dolu bir cehenneme dönüştü hala anlamakta zorluk çekiyorum. aslında anlıyorum. dünyada cenneti yaşamak istedik. savaşların, kavgaların, umutsuzluğun, depresyonun, nefretin ve öfkenin olmadığı bir dünya hayal ettik ve bunun için çabaladık. fakat dünya böyle bir yer değil, hiçbir zaman böyle olmadığı gibi olmamaya da devam ediyor ve de galiba devam edecek. bunu gördük, yani cennetin bir hayalden öteye gidemeyeceğini gördük, ama görmek istemedik,

yumduk gözlerimizi hemen.

Okumaya devam et “cenneti aramak – ya da bir rüya için ağıt”

bir başka filistin türküsü

geceyle birlikte adım atar güneş içeri
geceyle birlikte bir sonraki güne (hâlâ) umut var
geceyle birlikte mümkün her sabah
çünkü karanlık olmadan anlaşılmayacak aydınlık
çünkü hüznün gölgesi çökmese ruhuna
dönmeyecek yüzünü güneşe bu yılgın adam
dönmediği gibi hanzala’nın yüzünü bize yıllardır
çünkü biz bıkmadık karanlıktan, ısrarla

Okumaya devam et “bir başka filistin türküsü”

güneşin ufka değdiği yer


Yaşlı adam yolda hızlı adımlarla ilerleyen gençlere döner ve “Delikanlılar, söyleyin bakalım nereye gidiyorsunuz böyle?” der. Gençler, sanki söyleyecekleri söz önceden hazırmış gibi bir ağız cevap verirler: “Güneşin battığı yere gidiyoruz dayı.” Bu cevap üzerine yaşlı adam “Niye oraya gidiyorsunuz ki?” diye sorar. Sırtında çanta olan genç “Orada çocuklar ölmüyor, aydınlar hapislerde çürümüyormuş. Gençlere de iyi bir gelecek vaat ediliyormuş. İşte bu yüzden biz de gün batmadan yola koyulduk” der büyük bir heyecanla. Bu cevabın karşısında yaşlı adam afallar. Derin bir nefes alır ve sıkkın bakışlarla gençlere dönüp “Demek sizi de kandırmayı başardılar” deyiverir. Gençler aldıkları cevap karşısında hayrete düşerler. Bu sefer diğer genç söze girer ve “Kim bizi niye kandırsın ki dayı? Güneşin doğduğu bu topraklarda kan dökülmeyen bir gün mü var Allah aşkına, söylesene!” der büyük bir hışımla. Yaşlı adam tekrar derin bir iç çeker. Tam ağzını açacakken gözyaşları boşalmaya başlar gözlerinden. Biraz sonra kendini toparlar ve “Dökülen bu kanların müsebbibi kimdir diye hiç düşünmez misin delikanlı?” diyebilir sadece. Tam asabi olan genç cevap verecekken tekrar söze girer yaşlı adam. Ve der ki: “Gidin bakalım, güneşin battığı yerdeki güzelliklere ulaşmak için son gücünüzle gidin. Ama burada dökülen kanları ve neden oraya gittiğinizi sakın unutmayın!”

Okumaya devam et “güneşin ufka değdiği yer”