insan vicdanını nasıl yitirir?

hani kripto-borsa üzerinden sizi zengin edeceğini iddia edip zar zor biriktirdiğiniz birkaç bin lira parayı almak isteyen ve size çok daha fazlasını vaat eden dolandırıcılar vardır ya. din de, buna benzer bir şekilde, insanın sahip olduğu en değerli şeyi, hayatı elinden çalan bir hırsızdır. hem de “öteki dünya”da “sonsuz bir hayat” vaadiyle. peki din bunu nasıl yapıyor?

din, insanın kişisel vicdanını elinden alır ve özgür değer yargısını kapatır. doğduğu andan itibaren iyiyi ve kötüyü ayırt edebilen kişisel ve biricik bir vicdana sahip olan insan, bir dine mensup olarak doğruyu ve yanlışı kendisi yerine belirleyecek bir ruhban sınıfına, ulema güruhuna ve onun kurumlarına bağımlı hale gelir. aklını ve vicdanını başkalarının aklına ve vicdanına devreder ve tanrıyla/evrenle/hayatla olan biricik bilinçli bağlantısını yitirir hale gelir. 

şimdiye, anda olmaya, kendini ve dünyayı tanımaya uzak kalır çünkü din ona ahiretten, yani kelime manasıyla “şimdiden sonrası”ndan bahsedip durur. artık kişi, dünyası için ve bu dünyada yaşayacakları için değil, anlatılagelen ve bilinmez olan bir “öteki dünya” için yaşar hale gelir. dolayısıyla gelecek korkusuyla ve kendine saplantıyla yaşamını sürdürür. ve nihayetinde insan hem kendine hem de dünyaya yabancılaşır. tözsel, tanrısal ve ruhsal olana değil, bir ruhban sınıfı tarafından anlatılagelen ve ancak o ruhban sınıfının bahsettiği kurallara (fıkıha ve şeriata) tamı tamına uyduğu müddetçe huzur ve mutlulukla varabileceği bir öteki dünya için gereklilikleri yerine getiren bir “şey”e dönüşür. 

bir açıdan pek de insan değildir artık çünkü insanın özü itibariyle sahip olduğu ve onu değerli kılan kritik düşünmeyi, değerlendirmeyi, iyiyi ve kötüyü ayırt edip karar verebilmeyi devreden çıkarmıştır. kişi artık aklını ve vicdanını başkalarına kiraya vermiştir. onun yerine karar alanlara mutlak bir itaatle tabi olmuştur ve kendisi karar veremez hale gelir. iyiyi ve kötüyü özgür algısı, değer yargısı ve vicdanıyla değerlendirmek zorunda hissetmez, çünkü zaten “vahiy” bilgisini değerlendirebilecek eğitime de sahip değildir. kendi vicdanına ve kişisel tanrı bağlantısına artık güvenemez hale gelir ve daha da kötüsü ruhban sınıfının söylediklerini hakikat bildikçe vicdanının sesini de artık duyamaz. bu şekilde yaşayan kişi, inandığı din ona kendi dininden olmayanları (bir bakıma milletinden veya kabilesinden olmayanları) öldürmesini emrettiğinde dahi, bir neden-sonuç ilişkisi sormaksızın, soğukkanlılıkla bunu gerçekleştirebilir hale gelir çünkü artık insancıl ve tanrısal olan vicdanını devredışı bırakmıştır. bu dünyanın yani aslında yaşadığı an ve varlığın gerçek/hakikat değil, anlatılagelen bir öteki dünyanın asıl hakikat olduğuna inandıkça da insan gerçeklikten ve insanlıktan çıkabilir hale gelir. 

toplumları ve kitleleri korku ve sindirme halinde yönetebilmeyi sağlayan ve sözde “toplumsal fayda”yı gözeten din aslında insani vasıfları yitirmeye neden olur. bu güya toplumu önceleyen ve tanrıyla/hakikatle ilişkimizi tekelinde bulundurduğunu iddia eden anlayış virüs gibi yayıldıkça insanın kendini ve dünyayı tanıması mümkün olmayacak. gerçi din zaten günümüzde, özellikle sosyal hayat pratiklerinde, etkisini iyice yitirmiş olsa da, son yüzyılda musevilikte ve islamda iyice palazlanan fundamentalist anlayışlar hala, kendi inandığı dini başkalarına dayatma arzuları itibariyle tehlike arz ediyor. insanın anlam ve amaç arayışını sömürüp kurgusal bir “öteki dünya” vaadiyle kendini pazarlayan dinin yerini vicdan, akıl, bilinç aldıkça bu virüsün daha fazla yayılması zorlaşacaktır diye inanıyorum. nihayetinde zaten devran dönecek, hayat sürecek ve insanlar bu dünyadaki hayatlarını yine bu dünya için mi yoksa kurgusal bir “öteki dünya”da yaşamayı hayal ettikleri sonsuz-hayat vaadi için mi planlayacaklarına kendileri karar verecekler ama ben kişisel deneyimimde bu girdaptan kurtulduğum için minnettarım. bugün hasbelkader karşıma çıkan ve okuduğum bir fıkıh yazısı üzerine bunlar çıktı vicdanımdan. artık şu anda ve bu dünyada yaşayabildiğim için, din prangalarını sökebildiğim için, vicdanımı duyabildiğim için yaşadığım minnet duygusunu paylaşmak istedim. 

ne diyordu ali şeriati?

”ben herkesi rahatlatmak için gelmedim. rahatları rahatsız etmek için geldim. esrar ve eroin miyim ki herkesi rahatlatayım. ben yazılı cevapları olanlardan değilim. eğer birisi gerçekten bir hizmet yapmak istiyorsa, rahat insanları rahatsız etmeli. suskunları konuşur, uysalları hareketli hale getirmeli. donuk insanlar arasında mücadele çıkarmalıdır. sizi rahatsız etmeye geldim.”