“Acı çekmek özgürlükse / Özgürüz ikimiz de”
-Hasan Hüseyin Korkmazgil
Sonbahar akşamlarının sarmaşık huzurunu başka hiçbir mevsim veremez insana. Bu yüzden post-romantiktir sonbahar geceleri. Beklenmedik sanrılarla baş başa kaldığınız günlerin cihad sonrası yorgunluk çayını içmenizi sağlayan vakit gecede saklıdır, özellikle ekimde. Asla varolamayacak bir hayalin ayrıntılarını belirlerken kendinize bir tokat atmanızı sağlar sonbahar. Ve sizi alaşağı eder.
Kıvrımlarında hayatın eşitsizliğini -ya da daha doğru bir tabirle adaletsizliğini- görebileceğiniz Esenler’in arka sokaklarından kaçıp; berbat bir çorbalaşmaya mâruz kalmış şehrin, “güvenli” bir köşesindeki kurtarılmış bölgenize -evinize, ya da self-romantik tabirle yuvanıza*- gelirseniz geceye saygı duyarsınız. Derler ki “Methiye dizmek esrardır”. Kavgadan uzak ve emin bir şekilde övgüler sunmak, sizi eleştirinin karın ağrıtan ve can sıkan stresli hâllerinden kurtarıp berrak bir gölün kenarında cappuccino yudumlamaya davet eder. Siz de bir müslüman olarak bu meşru davete icabet edersiniz.
Ve işte:
Kurtuldunuz! Düşünmek adlı fehmî ve aklî sıkıntılar silsilesinden nihayet çok uzaklardasınız. Soğuk size işleyemeyecek. Bırakın kor alevlerle yanan bir sobayı, bir battaniye bile fazla artık mağrur bedeninizi sıcak tutmaya.
Özgürsünüz! Kırıp attığınız prangalar kimin kafasına düştüyse onlar ölmek üzre ama siz özgürsünüz. “Mutsuz yaşanacak bir hayattansa, yaşanmasın” diyordunuz ya, artık yaşamıyor işte o “yaşayamayanlar”. Nefesleri, soluk borularında düğümlendi.
Peki, söyler misiniz bana, yeriniz genişledikçe daralmıyor mu vicdanlarınız? Soğuk hava derinizin altına geçmiyor, belli de, bu kalplerinizi kaskatı kesen soğuğun kaynağı ne peki? Üşümek de ağlamak gibi sadece fakirlerin besini olmaya devam edecek bu gidişle. Hem ne diyordu şair “Acı çekmek özgürlükse / Özgürüz ikimiz de”. Bakın onlar da özgürmüş sizin o elleri kana bulanmış kaskatı kalplerinize göre. Ama anlıyoruz ki özgürlük bile eşit değil kimilerimiz için. Hatta -eşitliğin canı cehenneme- özgür olmak bile adaletten nasibini alamıyor sizin şu yedi düvel deli düzeninizde.
Unutmayın! Her toplum kendi katilinin azmettiricisidir. Dahası, maktûlün kanı, o toplumun her bir ferdinin gömleğine sıçrar. Ve de ne yazık ki, bu kanı ancak kan temizler.
Bu yazı 16/10/2013’te Uçurum Fikir Sanat’ta yayınlanmıştır.
*: Yuva ne çirkin bir sözdür ki, içinde kahpece gizlenmiş bir elitizm saklar. İster kabul edin isterseniz reddedin, ayrıcalık sahibi bir yaşamın kulunçaltıdır yuva. Ancak ve ancak şanslı azınlıkların muktedir olabildiği mekâna ve her iktidar sahibinin yüzleşebileceği bir sorun olan müstekbirleşmeyi bizlere tevafukken sunan bölgeye yuva deriz. Yuva, içimizdeki umursamaz vahşiliğin tecessüm ettiği ve kültürel bir öge olarak var olduğu alandır. “İsimsiz” fakat “özel”, “herkes”te olan fakat “şahsî” bir normalitedir. Çirkeftir. Egoisttir.