“Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. Bilimin de. Oysa tahayyülün sınırları yok. İster istemez sanatın da.”
-Dücane Cündioğlu
İnsanoğlunun olduğu her yerde sanat hareketleri de vardır ve dikkat edersiniz ki sanatsal temayüller, çoğu zaman hareketler üzerinden okunur; oluşumlar, gruplar, kişiler üzerinden değil. Aslında bu; sanatın ne kadar akışkan, ne kadar değişken ve ne kadar durdurulamaz olduğunu da gösterir. Ve işte bu durdurulamazlık da insanoğlunun olduğu her yerde sanat hareketlerinin de var olmasına açıklık getirir
Aliya İzzetbegoviç, “İlim nerede olursa olsun, hep aynı, mutabık, hareketsiz ve sabit olan şeyleri keşfeder; sanat ise ‘durmadan yeniden vücuda gelmek’(Jean Cassou) demektir” der. Halk arasında yoğun olarak sanat diye bilinmesine rağmen zanaat da aslında sanat değildir. Zanaat, bilimin “fayda getiren/işe yarayan” kısmının adıdır. Hatta şimdilerde modern toplum ona mühendislik de demektedir. Etiénne Socrian, sanatla zanaatı birbirinden şöyle ayırır: “Köy seramikçisi düzine düzine basit kap, Yunan seramikçisi ise Canossa amforasını ister” İşte sanatla zanaat arasındaki fark!
Sanat ve bilimin bu muhteşem ayrışmalarından da anlayabileceğimiz üzre; sanatla tam manasıyla meşgul olan birisi ilimden, ilimle tam manasıyla meşgul olan birisi ise sanattan zevk alamaz. Bu söylemimi somutlamak içinse Charles Darwin’in şu sözlerini sizlere arz ediyorum: “Geçenlerde Shakespeare okumayı denedim, o kadar saçma geldi ki kusacak gibi oldum.” Bu bir sanatsever için ne büyük bir bedbahtlıktır, değil mi sevgili dostlar?
Sanat, bilimle uyuşmadığı gibi, hiçbir normla ve otoriteyle de uyuşamaz. Zira daimi bir yaratımla müteharrik olan sanat, sabit ve mutabık olanı hiçbir zaman sevmedi ve de sevmeyecek. Normlar ve otoriteler ise fazlasıyla muhafazakârdırlar. Dücane Cündioğlu bu meyanda sanatçıyı şöyle tarif eder: “Sanatçılar, sıra dışıdırlar. Şatahatları (yasadışı sözleri) çoktur, kabahatleri de, kusurları da. Topluma, toplumsala uyum sağlamakta zorluk çekerler. Düzene. Dizgeye. Vasata.”
Tüm bu, gerçeklikten izole ve anarşiye meyyal duruşunun yanı sıra sanat aslında fazlasıyla hakikat yanlısıdır. Hakikatten ve gerçekten uzağa düştüğü anda yok olur. Hatta öyle ki, Aliya İzzetbegoviç “Sanat her şeyden evvel güzeli yaratmak demek değildir, çünkü <<güzelin tersi çirkin değil yalandır>>” der. Dücane Cündioğlu’ysa onu destekleyen, fakat aynı zamanda muhalif bir mesafeyle onu eleştiren şu sözleriyle sanatı şöyle izah eder: “Sanat, hakikate sadece işaret eder. Hürmetinden. Onu ele geçirmeyi değil, yanına yaklaşmayı ister.”
Rönesansla birlikte yükselen sanatsal ve entelektüel hareketin; reform adında bir devrimle mevcut otoriteleri, normları ve kanun-koyucuları nasıl yerle bir ettiğini tarih kitaplarından okuduklarımız sayesinde bilmekteyiz. Rönesansın ortaya koyduğu sanatsal yaratım, reformla devam eden süreçte fikirsel bir yıkıma yol açmıştır. Fransız ressamı Dubuffet de, tüm bunlara nazire yaparcasına -ve belki biraz da abartarak- “Özünde sanat nahoş, faydasız, anti-sosyal, tehlikelidir. Böyle değilse yalandır, mankendir” der
“Madem sanat, nihayetinde hakikate taalluk ediyor; peki nasıl oluyor da şu Fransız ressamı, bu kadar fazlaca abartılı cümleler sarf edebiliyor?” sorusu akılınıza takılmış olabilir. O zaman Dücane Cündioğlu, kahve içme rahatlığıyla, sizlere şu cevabı verecektir: “Abartı*, gerçeklikten emin olmanın en kadim yollarından biridir.”
Yazıma Dücane hocanın sözleriyle başlamıştım. Şu sözleriyle de sizlere şimdilik veda ediyorum dostlarım:
“Kaç kere diyeceğim sana ey talib, Tanrı’ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı’nın inanacağı adam olmak zor!”
Tanrı’nın inanacağı adamlar olmak duasıyla…
Bu yazı 30/09/2013’te Uçurum Fikir Sanat’ta yayınlanmıştır.
*: “Abartı, aparmaktan gelir. A-parmak en son tahlilde alıp parmak, yani alıp götürmek demektir. Alıp kaçırmak. Uçurmak. Nitekim parmak/barmak sözcüğünün aslı varmaktır. Bilenler bilir, barmaktan türeyen barış sözcüğü de iki şeyin birbirine kavuşması, uyması, uzlaşması demektir. Aslı da varıştır. Yani parmaklar birbirine barmalı, barışmalı, eller sıkılıp eller birbirine kavuşmalı. Gerçeğe değen parmaklarımız gerçekliğe de uzanmalı. Hakikate.“ Dücane Cündioğlu