Hafifçe esen rüzgar ağaçları sakince sürüklemekte, küçük bir çocuk henüz aldığı dondurmasını yavaşça yalayarak yorgun kaldırımlar üzerinde minik adımlarını atmaktadır. Güneş bu günlük gösterisini tamamlamaya hazırlanırken, gökyüzünde Van Gogh’un Olive Grove tablosundan fırlamış bir manzara oluşturmakta ve arabaların camlarından gökyüzünün sakin turunculuğu seyredilmektedir. İşyerini kapatan tamirci, çırağının sırtını sıvazlamakta, son zilin çalmasıyla çocuklar heyecanla okuldan fırlamaktadır. Ve tüm bunlar olurken bir adam, belinde silahıyla evinden dışarı çıkar.
[Van Gogh – Olive Grove: Orange Sky]
Adam heyecanlıdır. Elleri terlemiştir ve yüzünde, sevgilisiyle ilk buluşmasına giden bir erkeğinkine benzeyen, hafif ve saçma bir tebessüm vardır. Adımlarını yere sağlamca basmakta ve kaldırımda yürürken insanlardan gözlerini kaçırmaktadır. Arabasına doğru yönelir ve bir ceylanın sıçrayışına benzer bir hareketle koltuğa oturur.
Bugün, önceki günlere göre biraz daha yavaş sürer arabayı. Hatta yolu uzatmayı göze alarak sahilyolundan gitmeye karar verir. Manzara karşısında çetin bir cevizin kabuğunun kırılması gibi bütün gerginliği paramparça olur. Titreyen elleri sakinleşir. Kahvehaneye yaklaşınca arabayı kenara çeker ve acele etmemeye çalıştığını belli ederek arabadan hızlıca iner.
Kahvehaneden içeri adımını atar atmaz derin bir sessizlik belirir. Okey masasındakiler adamın silahına dik dik bakarken, köşede oturan emekli astsubayın ağzına götürdüğü çayı havada tutuklu kalır. Kahvehane sahibi büyük bir hürmetle “Hoşgeldin sefa getirdin” der “Ne getireyim beyime?”. Adam soğukkanlılıkla elini “İstemez” anlamında sallar. Kahveci adamı ikiletmeden çay ocağına yönelir. Okey masasındakiler uğultuya karşı dikilen köpekler gibi dimdik oturmakta ve adamı dikkatlice izlemektedirler. Aralarında gizli bir şekilde konuşur gibi hepsi birden oyuna ara vermiş, tetikte beklemektedirler. Havadaki gerilim kahvede bulunan herkese sirayet etmiş, televizyonun sesi kısılmış, açık olan kapı kapanmış ve fısıltıyla konuşulmaya başlanmıştır.
Birden adamın buyurgan ve gür sesi duyulur “Bana bi kahve yap usta, şekersiz olsun!”, Kahveci “Emredersin beyim!” der ve elindeki çayları masalardan birine bırakarak koşarcasına ocağa döner. Okey masasındakiler, adamın sesini duyar duymaz irkilmişlerdir. Hatta içlerinden biri, elini istemsizce bel hizasına götürmüş, sonra ne yaptığını fark eder etmez kolunu tekrar masaya dayamıştır.
Kahveci, adamın kahvesini getirdiği sırada, kapıdan kısa boylu, esmer ve ince bıyıklı bir adam girer. Adamın burnu kırıktır ve elinde büyük bir dikiş izi bulunmaktadır. Kimsenin sokakta yürürken göz göze gelmek istemeyeceği bir adam olan bu boksör emeklisinin adı Haydar’dır. Haydar, kahvesini yudumlayan adamı görünce afallar. Yine de istifini bozmadan okey masasındakilerin yanına geçer ve içlerinde en uzun boylu olanın kulağına bir şeyler fısıldar. Bu fısıldaşmaya bütün kahve efradı kulak kesilmiş fakat tek bir kelime dahi anlaşılmamıştır. Fısıldaşma biter bitmez, sanki herkes anlaşmışçasına, adam kahveye girmeden önceki gibi konuşulmaya devam edilir, televizyonun sesi açılır, okey masasındakiler de oyunlarına devam ederler. Gergin hava yerini her zamanki neşeli seslere bırakmış, kahveci masalara çay servisi yapmaya başlamıştır. Tam o anda iki el silah sesi duyulur ve ardından birisi kapıdan hızla kaçar. Kahve söyleyen adam, Haydar’ı başından vurmuş ve okey masasındakilere fırsat bile vermeden kahveden tüymüştür. Herkes donakalır. Okey masasındakilerden biri Haydar’ın cesedini yerden kaldırırken, diğerleri adamın peşinden dışarı çıkarlar.
Fakat geç kalmışlardır. Adam, polis arabasıyla sokağın köşesinden döner ve izini kaybettirir. Görevini yerine getirmiş olmanın gururuyla telsizden polis şefini arar ve durumu bildirerek merkeze doğru yol alır. Arabanın arka camından gökyüzünün turunculuğu, hüzünlü bir kızıllığa çalarak yansımakta ve küçük bir çocuk yere düşürdüğü dondurmasının başında hıçkırarak ağlamaktadır.
[Monet – Sunset in Venice]
Bu yazı 01/06/2015’te Uçurum Fikir Sanat’ta yayınlanmıştır.